Issız Adam/Kadınları Tanır Mısınız?

Hayır, bu yazının günah keçisi Issız Adam filminin Alper’i olmayacak. 🙂 Bugün biraz ıssız adam/kadın olmayı John Bowlby’nin bağlanma teorisi üzerinden anlamaya çalışalım istedim. Filmi izleyenler 30 yaşlarındaki başrolümüz Alper’i ve kız arkadaşı Ada’yı hatırlıyor olmalı. Alper, Ada’yla tanışmadan önce yakın bağlar kurmaktan kaçınan, günübirlik ilişkilerde savrulan bir erkeği canlandırıyor bize. Daha sonra Ada’nın hayatına girmesiyle alıştığı düzeni değişiyor, bir yakınlık kurmaya çalışıyor ve bu süreç ilerledikçe büyüyen korkularına filmde açıkça değiniliyor. Alper’in annesiyle, Ada’nın tanışmasını ve çok çabuk bir şekilde kaynaşmasını takip eden günlerde, Alper Ada’ya aniden ayrılmak istediğini söylüyor.

Filmde yaşananlara biraz psikolojik bakışla yaklaşırsak, bağlanma sorunları yaşayan bir erkek görebiliriz. Alper’in günübirlik ve sadece cinselliğe dayalı ilişkileri, romantik bir ilişki içerisindeyken yaşadığı bağlanma sorunları, çok severken ayrılması gibi konuların temeline John Bowlby’nin “Bağlanma Teorisi” açısından yaklaştığımızda perde biraz aralanıyor.

Hepimiz dünyadaki yolculuğumuza bir insanın ellerinde başladık ve bu temasla beraber ilk bağlarımızı inşa ettik.

Bowlby de bu teorisinde “bağlanma”yı, bir kişiyi diğerine bağlayan duygusal ve derin bağ olarak tanımlıyor bize. (Ainsworth, 1973; Bowlby, 1969)

Bize bakım veren kişiyle olan ilişkimiz, bu bağlanma şeklinin farklılaşmasında rol oynuyor. Bowlby’e göre, bağlanırken kurduğumuz ilişki, bizim dünyayı algılama şeklimizi de etkiler. İhtiyaçlarımızı karşılayan, bize güvenli bir ortam sunan, ağladığımızda, korktuğumuzda bizi sakinleştirip yatıştıran ebeveynlerle “güvenli” bir bağ kurarız. Bu bağlanmanın sonucunda da, güvenliğimizden emin olarak biz de başkalarına güvenebilir ve dünyayı keşfetmeye açık olur, yakınlık kurmakta, samimiyet göstermekte ve samimiyeti almakta zorlanmayız.

Fakat bu ihtiyaçlar ebeveynler tarafından zamanında ve tutarlı olarak giderilemediğinde, güvenli bir bağ kurmak bizim için mümkün olmaz ve ihtiyaçlarımızı elde etmek için mücadele etmek zorunda kalabiliriz. Durum böyle olduğunda “Kaygılı Bağlanma“dediğimiz, dünyayı güvenli bir yer olarak algılamamıza engel olan bağlanma şekli kurulmuş olur. İlişkilerimizi bu algının üzerine inşa ettiğimizdeyse, sevilip sevilmediğimizi sık sık sorgulayan ya da sevilmeye değer olup olmadığımızı sürekli tartan insanlara dönüşebilir, gördüğümüz ilgi ve samimiyetin hep daha fazlasını aramaya meyledebiliriz.

Bir diğer bağlanma şekli olan “Kaçıngan Bağlanma“yla bağlandığımızda ise, çocukluğumuzda ebeveynlerimizin ya da bize bakım verenlerin, ihtiyaçlarımıza karşı uzak ve kayıtsız davranmış olması muhtemeldir. Bu bağlanma şekli ilişkilerde fazla samimiyetten kaçınma, yalnızlığı ve bağımsızlığı koruyarak bağlanmaktan uzak durmak gibi tercihlerle kendini gösterebilir, tıpkı filmin Alper’inde gördüğümüz gibi.

Nereye, hangi ilişkiye gidersek gidelim, öğrendiğimiz bu bağlanma stiliyle orada var olduğumuzdan, ilişkilerimizde benzer sorunların tekrarlandığını görmek de oldukça mümkün. Bu döngüdeyken, sanki kimi seversek sevelim yeterince sevilmiyoruzdur ya da karşımızdaki kişiye güvenemiyoruzdur.

Bağlanma stilimiz kaderimiz mi ?

Öncelikle bağlanma stilimizi, çocukluk dönemi çerçevesinde düşünüp anlamak bu döngüden çıkmada bizler için önemli. Böylelikle ilişkilerde ihtiyaçlarımızın neler olduğunu görebilir ve sağlıklı bağlar için nasıl düzenlemeler yapabileceğimizi anlayabiliriz. Yani ıssız adam ya da kadın olmak kaderimiz değil; güvenli ve sağlıklı ilişkiler kurmak, bağlanma şeklimizi fark ederek değişime açık olmakla mümkün.
Recoveroneself

Written by Altan Yiğit

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir