Mağara duvarına çizilen resimlerden uzaya açılan kapıya… İnsanlığın akıl almaz gelişiminin ilk basamağından, nereden geldiğimizin hikayesine uzanan gizem dolu bir macera. Hadi gel bu hikâyeye beraber göz atalım.
Modern insanların ilk ataları olan İnsansıların(Hominidea familyasının) Afrika’dan tüm Dünya’ya uzanan macerası yaklaşık olarak 7 milyon yıl önce başladı. Modern insanın evrimine kadar gelen bu süreçte çeşitli türlerin günümüzde yalnızca tarih kitaplarında yer alması, bu sürecin ne kadar zor ve acımasız olduğunun bir göstergesidir. Gelgelelim bu zorlu yaşam mücadelesinin iyi yanları da vardır. Atalarımızın büyük kedilerden kaçmak için kurduğu stratejik planların düşünme kapasitemizi arttırdığı gibi zamanla beynimizi iki katına çıkarmış, iletişimi başlatmış ve belki de ilk esprilerin yapılmaya başlanmasıyla büyük bir ivme kazanmıştır. Hal böyle olunca gruplar şeklinde yaşama geçilmiş ve aile kavramı ortaya çıkmıştır. İnsansılar; insanları, gorilleri, şempanzeleri ve orangutanları da barındırır ama bu yazıda genel olarak insanların evrimleşme sürecini incelemiş olacağız.
İnsansılar Homininae ve Pongidae olmak üzere iki alt aileye ayrılır. Pongidae ailesinde pongo (orangutan) cinsi vardır ve bunlarda iki türe ayrılır:
-Pongo abelli (Sumatra orangutanı)
-Pongo pygmaeus (Borneo orangutanı)
Gelelim bize doğru evrimleşme sürecinde olan Homininae familyasına. Bu aile kendi arasında Gorillini ve Hominini olarak iki alt aileye ayrılmıştır. Tüylü kuzenlerimiz olan goriller – adından da anlaşılacağı üzere- Gorillini familyasında yer alır. Hominini ise tekrar Pan ve Homo olmak üzere iki cinse ayrılır. Pan; bonobo ve şempanzelerin olduğu cinstir. Homo ise insana giden bir evredir ve burada şu anda hayatta olmayan diğer insan türlerini de barındırır. Homo Sapiens, yani düşünen insanlar, bizim yer aldığımız cinstir.
Bu mutlu aile tablosunu bir kenara bırakarak Hominidlerin Homo Sapiens olma yolundaki sürecine göz gezdirelim.
Peki şu an bulunduğumuz konuma nasıl geldik?
Bu sorunun cevabını birçok farklı açıdan ele almak mümkündür. Evrim, doğal seçilim, doğanın bize karşı tavrı ve bunun gibi birçok neden bir araya gelerek, Homo Sapiens olmamıza neden olmuştur.Kıtaların ayrılmaya başlaması insanlık tarihi açısından çok büyük önem taşır. Ayrılan Afrika ve Arabistan levhalarının ardından yükselen 5600 km uzunluğundaki sıradağların, hayatımızı bu kadar değiştirebileceğinden habersizdik. O sıralar ağaçlarda olan atalarımız yağmur ormanlarında özgürce dolaşıp hayatta kalma mücadelelerini sürdürmekteydiler. Hint okyanusuyla beslenen o bölge zamanla sıradağları geçememiş ve bölgeyi kuraklığa teslim etmiştir.
Savan hipotezi dediğimiz bu olay atalarımızı 4 milyon yıl önce yiyecek bulmak için ağaçlardan inmeye mecbur bırakmıştır. İlk adımlarını atan ve onları Ardipithecus Remidus olarak adlandırdığımız bu eski tür; ortalama 120 cm boyları, 50 kg ağırlığı ve portakal kadar beyinleriyle ilkel yaşamlarına bu zorlu mücadeleyi eklemişlerdi. Genelde topladıkları meyvelerle beslenen bu türü bir başka zorlu süreç beklemekteydi… Doğum.
4 ayaklı atalarımız, ellerini kullanmaya başladıkça gelişen kaslarından dolayı 2 ayak üzerinde yürümeye başlamışlardı. 2 ayak üzerinde yürümek, insanlığın başlangıcı olan Afrika kıtasında savan otlarının üzerinden görüş sağlıyordu. Ancak başka bir sorunu daha beraberinde getirmekteydi. Arka 2 ayak üzerinde yürümekle beraber daralan Ardipithecus Remidus kalçası doğum yapmayı zorlaştırmıştı. Bu da günümüze kadar gebelik süresinde bir azalma yaşanmasına sebep oldu. O zamandan beri insan bebekleri çömlekçide şekil verilmeyi bekleyen çamur kadar hamdır.
Hayatta kalma mücadelesi yalnızca yiyecek bulmayla sınırlı değildi. Vahşi kediler, türümüz için büyük bir tehlike arz ediyordu. Onlardan kurtulmak için kurduğumuz stratejik planlar bizi düşünmeye sevk ediyor ve beynimizi geliştiriyordu. 2.3 Milyon yıl önce beynimiz artık 2 katına çıkmış bu evrimleşme bizi Homo Habilis olmaya itmişti. Daha zeki olan bu tür, basit taştan aletler yapımını keşfetmiş ve leşçi olmasıyla çiğ etle beslenmeye başlamıştı.
‘’(Almanya’nın Herne şehrindeki “Westfälisches Arkeoloji Müzesi” adlı müzede bulunan bir Homo habilis modeli.)‘’
Vahşi hayvan inlerine girerek ölü bedenlerden bir şeyler bularak; kemiklerden yapılmış basitçe aletlerle çiğ etle beslenerek, nehir kenarları ve ormanlardaki yabani meyveler, yemişler ve bitki kökleri yiyerek hayatta kalma mücadelemizi sonuna kadar sürdürdük.Bu tür, insan türünün ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Buna karşın insana en az benzeyen türdür. Uzun kolları ve kısa boyu vardır, yüzü ise fazla çıkıntılı değildir. Aletleri onlara hem et sıyırmada yardımcı olmuş hem de kendini savunmada bir silah görevi üstlenmiştir.
Evrimin atalarımıza kattığı en önemli gelişimlerden biri olan avcı kimliğimiz, bizi leşçi olmaktan kurtarıp avcı olmaya yönlendirmesiyle yeni bir türe doğru evirilmemizi sağlamıştır. 1.8 Milyon yıl öncesinde Homo Erectus’a doğru yol alışımız insanoğlunun kaderini bir kez daha değiştirmiştir. Homo Erectuslar ilkel araçlar kullanmasının yanı sıra okyanus üzerinde basit sallar kullanan ilk insanlar olabileceğini savunan araştırmacılar da vardır. Aynı zamanda ateşi ilk kez kullanan insanlar olduğunu gösteren kuvvetli kanıtlar mevuttur. Ateşin bulunmasıyla tarih başka bir yöne doğru evrilmiş ve doğanın gücü insanlığa yeni bir ivme kazandırmıştır. Ateş; korunma, beslenme ve sıcaklık konusundaki sorunları çözüme kavuşturup, dönem insanlarını beraber yaşamaya teşvik etmiştir. Artan nüfus ve yiyecek ihtiyacından sonra Homo Erectusların Afrika’dan tüm Dünya’ya yayılma hikayesi başlamaktadır…Yaklaşık 100 bin yıl önce Afrika’yı terk etmeye başlayan atalarımız Avrupa, Asya ve daha sonra ise Hint yarımadasına doğru yayılım göstermeye başladılar. O zamanlar buzlarla kaplı olan kuzey bölgelerini tercih etmek yerine güneye yöneldiler. Hint yarımadasını takip eden bir grup daha da aşağılara doğru inerek 50 bin yıl önce Avustralya’ya ve 3500 yıl önce Yeni Zelanda’ya ulaştılar.
25 bin yıl kadar önce ise kuzey bölgelerinin iç kısımlarına doğru seyahat ederek, o zamanlar buzla kaplı olan Bering Boğazı’ndan geçtiler. Kuzey Amerika’ya ilk adımlarının atılmasıyla insanlık yavaşça tüm kıtalarda boy göstermeye başlıyordu. İlerleyen zamanlarda Orta ve Güney Amerika’ya ulaşan atalarımız hızla kendi bölgelerini keşfetmeye ve ortama ayak uydurmaya başladılar. İnsanlığın upuzun macerasına sadece bir virgül eklendi. Gelecek tüm bilinmezliğiyle tam karşımızda bizleri selamlıyor!
Ömer TAPAN