Az, sahiden de çok olabilir mi, ya da bu minimalistler her şeyi çok mu biliyor? 🙂 Yaşadığımız çağa artık bir diğer adıyla tüketim çağı deniliyor. İhtiyaçlarımıza ihtiyaç duyduğumuz kadarından fazla talep gösterdiğimiz, +1’in gözümüze batmadığı, daha’nın sıradanlaştığı bu günlerde, bir ses sıyrılıyor, bir akım gözüme çarpıyor: Minimalizm. Havalı adına ek, sadeleşmek adını da yazıda sıkça kullanacağım:) Kökeni sanat ve müzikle 1960’larda başlayan bu akım, azın çok olduğuna, +1’in yük olduğuna inanan birçok kişi tarafından halihazırda yaşamın tam içine dahil edilmeye devam ediyor. Boş bir vaktimde Netflix’te Minimalism belgeseline denk gelmemle bu merakıma yönelik ilk defa bir kaynağa yöneldim ve daha azıyla da yetinebilme fikrinin içimin odalarını bile ferahlattığını düşündüm belgeselin sonuna geldiğimde.Geçtiğimiz birkaç hafta önce okul kütüphanesinde raflar arasında gezerken Begüm Başoğlu & Ege Erim tarafından kaleme alınan SADE kitabına ilişti gözüm. Dili de, tasarımı da akımın amacına uygundu, başlığın kendisi gibiydi diyebilirim. Merakımı artıran, akıma ilgimi besleyen bu iki içeriğin ardından ben de öğrendiklerimi burada bir başlık altında paylaşmaya karar verdim.
Sadeleşmek derken, sevdiğimiz her şeyi atmaktan, hiç para harcamamaktan, arabasız bir hayat sürmekten, bir dine inanır gibi kurallarla hareket etmekten, ‘ya minimalsindir ya da değil’ gibi bir baskıdan söz etmeyeceğiz. İhtiyaçlarımızın gerçek sınırlarına belki de ilk defa yakından bakacağız ve “lazım”olduğunu düşündüğümüz şeylerin, zihnimizin ve dünyamızın berraklığını sabote eden şeyler olabilmesi ihtimaline de kapı aralayacağız. Bu sadeleşmenin getirisi olarak ; daha az tüketim, daha az stres, daha az harcama ve borç, daha az temizlik, kendimize daha çok zaman ayırma, neleri gerçekten sevdiğimizi ve nelere bağlı olmadığımızı fark etmek diyebiliriz sanırım şimdilik. Siz de “zaten sadeleşmeye ilgi duyuyordum”, ya da “neymiş bu minimal yaşam?” diyorsanız, bu seriyi takip edebilirsiniz.
Yazar: Recoveroneself