Bazen insan bulunduğu ortamdan uzaklaşmak isteyebiliyor ama maalesef ki pandemi süresinde bu pek de kolay ve istenildiği gibi olmuyor. Yine de okunulan kitaplarla ve izlenilen filmlerle kendinizi bambaşka bir dünyada hissetmeniz mümkün. Ben de bu amaçla bu listeye benim izleyip de beğendiğim, faydalı olduğunu düşündüğüm ve kafanızı bir anlığına da olsa gerçek dünyadan uzaklaştırabilecek 5 filmi seçtim ve yazdım.
Sınavların ya da günlük problemlerin ardından kafa dağıtmak adına da izleyebileceğiniz işte 5 film:
1- The Giver
Dilimize ‘Seçilmiş Kişi’ olarak çevrilen ama kelime anlamı olarak ‘verici, aktarıcı’ gibi anlamlara da gelen bu filmde duyguların var olmadığı bir dünya var. Öfke yok, aşk yok, aile yok, rüya yok, anılar yok. Acı, korku, kıskançlık, küfür… Bu kelimelerin hepsi tarihin tozlu raflarında unutulup gitmiş kelimeler. Hiç kimse hiçbir zaman sinirlenmiyor, kötü söz söylemiyor; herkes daima mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşıyor. Hatta bu dünyada insanlar sadece renklerinden sebep birbiriyle kavga edebiliyor diye renk diye bir kavram da yok. Her şey siyah-beyaz!
Birlik ve beraberliğin var olduğu bu filmde her şey kurallar çerçevesinde olup bitiyor ve hangi işi yapacağınızdan nasıl bir birey olacağınıza kadar her şeyi ‘yaşlılar konseyi’ belirliyor. Belirli bir yaşa gelince de size hangi mesleği yapacağınız söyleniyor. Baş karakterimiz Jonas’a bu yerin en önemli görevi olan ‘anı aktarma’ görevi veriliyor ve bir bilgenin, nam-ı değer Aktarıcı’nın, yanında gönderiliyor. Onunla beraber hatırladıkları ve gördükleri ile Jonas bize insan olmanın aslında ne de güzel bir şey olduğunu, bir şeyleri bilmekle hissetmenin bambaşka şeyler olduğunu gösteriyor. Aslında yaşadığı dünyanın aldatıcı bir gerçeklik olduğunu anlayıp savaşları, katliamları ve acıyı öğrendiği an Jonas tüm değerleri sorgulamaya, en derin inanışları gözden geçirmeye ve yeniden insan olmaya başlıyor. Bu farkındalık dolu anda ilk sorduğu şu soru ise çok manidar: “Nasıl bu kadar kötü olabildik?”
“Anılar sadece geçmişi şekillendirmez, aynı zamanda geleceğimizi de belirler.”
İzlerken kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz ve insan olmanın ne de güzel bir şey olduğunu hissedebileceğiniz bu film aslında Lois Lowry’nin kaleme aldığı ‘The Giver’ isimli bir kitaptan uyarlamadır. Verdiği mesajlarla beraber mutlaka izlemeniz gereken filmlerden sadece biri!
2- Ready Player One
2045 yılında geçen ve gelecek adına hiç de uzak durmayan bu filmde insanların dünyadaki sorunlarla ilgilenip onları düzeltmek yerine bu sorunlardan kaçıp onlarla yüzleşmemeyi tercih ettiğini görüyoruz. İnsanlar her ne kadar dünyanın bu haline alışmış olsalar da içinde bulundukları durum onları rahatsız ediyor ve bu nedenle de kaçmak istiyorlar. Bu durumu fark eden James Halliday ise insanlar kendilerini daha iyi hissetsin diyerek ismine ‘Oasis’ dediği sanal bir evren yaratıyor. Hemen her detayın düşünüldüğü, insanları günün dertlerinden uzaklaştıran ve bir süre sonra kendine bağımlı hale getiren bir evren…
Film James Halliday’in ölüm haberi ve onun ardında bıraktığı, oyunun içinde gizlenmiş 3 tane gizli anahtarın varlığını öğrenmemizle başlıyor. Bu 3 anahtarı bulan ilk kişiye Oasis’in tamamı verileceğinden dolayı sistemin içi büyük bir rekabet haline dönüşmüş. Ana karakterimiz Wade ise diğer oyunculardan farklı olarak kimsenin fark etmediği ipuçlarını takip edip yavaş yavaş bir sır perdesini aralamaya başlıyor. Her ne kadar aksiyon ve bilim kurgu filmi olarak geçse de bu filmde dostluğu, sevgiyi, kararlılığı ve mücadeleyi de en derinden hissedeceksiniz.
“Arkadaşı olan hiç kimse başarısız değildir.”
2.5 saate yakın bir film olmasına rağmen görsel efektlerin güzelliği ile birlikte sizi kendi içine çeken ve hiç sıkmayan bu filmin izlerken sizi bambaşka bir diyara götüreceği kesin.
3- Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi
İnsanlar doğar, gelişir, büyür ve ölür. Geçen zamanla beraber saçları beyazlar, cildi buruşur ve çeşitli rahatsızlıkları ortaya çıkmaya başlar. Peki ya bunun tam tersi olsaydı? Yani yaşlı doğup zamanla gençleşseydik… Benjamin Button işte bize bu sorunun cevabını veriyor.
“Sana küçük bir pantolon alalım, seneye de giyersin.”
Bildiğiniz hemen her şeyin tersine döndüğü bu filmde, ailesinin istemeyip bir bakımevine bıraktığı Benjamin’in çocukluğu yaşlı bir bedende yaşlılar arasında bir bakımevinde geçiyor. Benjamin’in orada olduğu bu süre zarfı boyunca kendini sık sık ‘farklı’ hissettiğini görüyoruz. Bir gün annesi dediği kadına bu düşüncelerini açınca annesi şöyle söylüyor: “Herkes kendini bir şekilde farklı hisseder. Ama hepimiz aynı yöne gidiyoruz. Sadece oraya varmak için farklı yollara sapıyoruz. Sen de kendi yolundasın Benjamin.”
Her sahnesi detaylıca düşünülmüş, bol bol mesaj içeren ve izledikten sonra muhtemelen hayata farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak bu filmde Benjamin Button’ın hayat hikayesi anlatılıyor. Doğumundan ölümüne kadar yaşadığı her şeyle insana adeta farklı bir pencereden bakma yetisi sunuyor.
“Yaşamadığını fark edersen, umarım yeterli gücü bulup yeniden başlarsın.”
Can Yücel “Tersten Yaşamak” isimli şiirinde “Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir. Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.” derken Benjamin Button “Sevdiğin herkesin senden önce öldüğünü görmek zorunda kalmak… Berbat bir mesuliyet. Yaşamak ya da ölmek hakkında daha önce hiç böyle düşünmemiştim.” diyor. İzledikten sonra bir süre etkisini atamayıp yer yer Can Yücel gibi yer yerse Benjamin Button gibi düşüneceğiniz bu filmi mutlaka izleme listenize ekleyin.
4- Salaklar Sofrası (2010)
Bu filmde bir iş adamı belirli aralıklarla gizli bir yemek düzenliyor ve yemeğe davet ettiği herkesten bulabildiği en salak, en aptal ve en kaybeden insanı yanında yemeğe getirmesini istiyor. Birkaç üst kesimden insanın da o yemekte olacağı bu gösterişli ama bir o kadar da gizli yemekteki amaç getirilen insanlarla alay etmek ve aralarındaki en aptalı seçmek.
Bir terfi uğruna kendini bu masaya davetli bulan Tim bir talihsizlik sonucu ölü fareleri toplayıp onları giydirip üzerine hikâye uyduran bir ‘salak’ ile tanışıyor. Planı onu bu yemeğe götürüp terfiyi kapmak. Fakat işler beklemediği boyutlara ulaşıyor ve bu vasıtayla dostluğu, fedakarlığı, sevgiyi ve pişmanlığı tadıyor. Film her ne kadar komedi türünde geçse de bazı sahneler haricinde komediden çok daha fazlasını sunuyor insana. Özellikle de tüm ‘salaklar’ toplanıp Salaklar Sofrası oluşturulduğu anda! Sanırım hemen her insan kendini en az 1 defa böyle bir sofrada bulmuştur. Bu taraftan bakınca ne de ironik, değil mi?
“Siz bir çanta dolusu para için beni arabanın önüne itebilirsiniz ama o ise ölü bir fare için kendini bir arabanın önüne atabilir.”
İnsana herkesin şu ya da bu biçimde bir tür ‘salak’ olduğunu gösteren bu film aslında 1992’de bir tiyatro metniymiş ve yıllarca bu şekilde sahnelenmiş. 1998’de ise filme çevrilmiş ve 1999’da Türkiye’de vizyona girmiş. Daha sonraysa 2010’da yeniden uyarlanarak çekilmiş. 1998 yapımını Türkçe dublaj olarak internetten izlemeniz mümkün ama bu yazıda 2010 versiyonundan bahsettiğimi de belirtmekte fayda var.
5- The Truman Show
Hemen her insanın aklından en az bir defa “Ya şu an bir simülasyonun içindeysem?” gibi bir soru geçmiştir. Bu film bize bunu sunuyor işte. Truman kendisini hayatının öznesi zannetse de aslında sadece bir ‘nesne’ ve doğal zannettiği her şey gerçekte bir kurguya ait. Film, dünyanın ve insanların yalancı ve ikiyüzlü olduğunu gösteriyor ama bir yandan da izole ortamda kendi kimliğinin sahteliği ile tanışan bir insanı anlatıyor. Eş zamanlı olarak da içinde bulunduğumuz ve ‘gerçek’ dediğimiz bu hayatı sorgulamamızı sağlıyor.
“Dünyanın gerçekliğini bize sunulan hali ile kabul ederiz.”
The Truman Show “Geri gelmeye başlamazsan asla daha uzağa gidemezsin.” ve “İnsanların farklı yerlere gitmesinin sebebi, daha önce o yerlere hiç gitmemiş olması değil midir zaten?” gibi replikleriyle öne çıktığı kadar detaylarla öne çıkan filmlerden biri. Örneğin Truman’ın kendini keşfetmeye çıktığı yolculukta üzerinde “Santa Maria” yazan gemiye binmesi Kristof Kolomb’a bir gönderme aslında. Çünkü kendisi Amerika’yı keşfettiğinde onun en büyük gemisinin ismi de Santa Maria’ydı. Aynı şekilde gemide yazan 139 sayısı İncil’de yer alan Psalm 139 ayetine bir gönderme. Film bunlar gibi çeşitli dini mesajlar içermekle birlikte birkaç gönderme daha sunuyor bizlere. Filmi izledikten sonra üzerinde araştırma yapmanızı tavsiye ederim.
“Günaydın! Olur ya, belki sizi göremem; iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler!”
İçinde bulunduğunuz dünyayı sorgulayacağınız, sizi adeta bambaşka bir evrene götüren bu film izleme listenizde olmayı hak ediyor.