Hiçbir ebeveynlik deneyimim olmamasına rağmen hem bir kadın hem de acı kıyasının ne kadar lanetli bir şey olduğunu anlayabilmiş biri olarak şu satırları elimden geldiğince yazmak ve paylaşmak istiyorum.
Geleneği devam ettirme güdüsü dört bir yanımızı sarmış; o geleneğin ne kadar küflenmiş olduğunu düşünmeden, doğal seyirde yapılabilecek insani akıl yürütmelerden yoksun şekilde ilerliyoruz. Birkaç ufak soru sormak kimsenin canını acıtmayacakken kurtarabilme ihtimali olan hayatlarımızı aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz. Çoğul ve bir ağızdan yazıyorum, üzerine almak istemeyen tabii ki ayrı tutulabilir fakat durumun farkına varmak, bu işin içine katılmak istememekten daha önemli bir yer kaplıyor diye düşünüyorum, çok ilerlemeden belirtmek isterim.
Kutsallarımız, bizi daha çok küçükken yakalıyor: aile kutsalı, inanç kutsalı, sosyete kutsalı ve daha nicesi. Hepsi manipülasyon aracı olmaya fazlasıyla müsait, bunlar çocukluğumuzdan beri bizimle geldiği için korkutulmaya çok açığız. Bir sosyolog değilim ya da akademik bir yetkinliğim yok, dolayısıyla bunları derinlemesine inceleyemem fakat pratikte hepsine tanıklık edebildiğimden, geliştirmeye çalıştığım farkındalığımı paylaşmayı kendime borç bilirim.
İnançlarımız üzerinden yaftalanıyoruz, sadece neye inandığımız veyahut inanmadığımız değil aynı zamanda nasıl inandığımız bile sorgulanabilir nitelikte görülüyor. Aynı komüniteden diye bildiklerimiz bizi akıl vermek, doğru yolu göstermek maskesi altında azarlarken öteki sayıldığımız alanlarda can güvenliğimiz dahi yok. İfade zorluğu çekiyoruz ve çoğu zaman da bundan korkuyoruz. Buna en büyük sebeplerden biri de içimizde büyütülen kutsal aile kavramı.
Aile, parçası olduğumuz en küçük gruplardan biri. Yetiştirilme, büyütülme, beslenme, bugünlere getirilme gibi “nimetleri” bize bahşettiği için onun hakkında en ufak bir kötücül yorum bile lanetlenmiştir. Eleştirdiğimiz her alandan bir kez daha kırılırız. Yapıcı eleştiri, aile nosyonunda mümkün değildir çünkü her türlü eleştiri, sebepleri ve kaynağı göz önünde bulundurulmaksızın bu alandan dışlanır. Çocukken, pırıl pırıl zihinlere sahipken maruz kaldığımız, bize en doğru haliyleymiş gibi görünür. Annenin tavrı “annelik”, babanın tavrı “babalık” olarak zihnimizde yer eder. Alternatifini henüz görmediklerimiz özellikle bu dönemde sorgulanabilir düzeyde değildir. Sonrasında büyüdükçe, dış dünyayla iletişim alanlarımız çeşitlendikçe masum kıyaslara gideriz; annenin kahvaltı sofrası hazırlaması ve hazırlamaması, babanın destekleyici olması ve olmaması ya da tam tersi roller… Bu kıyaslar, bağımlı olduğumuza ihanet etmişiz, suçluymuşuz hissine kapılmamızın en ufak sebepleri. Çünkü annenin anneliğine laf edilmez, aile sana hep doğru olanı gösterir, bunu da ne şekilde gösterdiğinin sorgusu bize kalmamıştır.
Oysaki herkes hata yapar, özellikle ebeveynlik yaşadıkça öğrenilen bir şey. Çocuğa karşı olan tutum, söylenen bir söz bile şaşırtıcı etkiye sahiptir. Sinirle söylenen “Senden bir halt olmaz!” bile gerçekçi gelebilir ve etkisini uzunca yıllar sürdürebilir. Bunun alınganlık ya da çocuk aklı ile bir ilgisi olduğunu da düşünmüyorum, gözlerini kucağınızda açmış her canlı muhtemelen koşulsuz şartsız size güveniyor ve inanıyordur. Sonrasında aklı ermeye, sizinle çatışmaya başlasa bile tohumlarınızı çok daha önceden attınız.
Bu noktada ebeveynlerin hatalarının olabileceğini kabul etmenin illaki değer bilmezlik olduğuna kesinlikle katılmıyorum. Anne baba modellerimiz, potansiyel rollerimizi inşa etmekte çok büyük etkiye sahip, dolayısıyla onlardaki hatalı tutumları ayırt edebilmek onların değerini azaltmaktan ziyade üstümüze alabilme ihtimalimizin olduğu ebeveynlik hırkalarını daha sağlam kılar. Öte yandan bahsettiğim bu suçluluk hissinin kaynağı, bulması hakikaten zor olan bir şey. Erginlik, yetişkinlik döneminde bile üzerimizden atamadığımız fakat sebebini de bir türlü bulamadığımız çeşitli huzursuzluklarımız… Çocukluktaki hasarların çoğu, ki bu hasarlar bilinçli verilmemiş de olabilir, kökenini unuttuğumuz için yoldaki engebelerimizi arttırıyor. Kök sebebi bulmak kolay olmasa da ailelerin buradaki büyük etkisini fark edebilmek, onlara bunu “kondurabilmek” derin bir ferahlama getirecek diye düşünüyorum, nacizane fikrim.
Bir psikoterapist değilim ancak suçlamaların sonuca bağlanmaması da ayrı bir yük getiriyor, bunu biliyorum. Uç noktaları kapsamamakla birlikte, bu hatalarda kötü niyet barındırılmadığını düşünüyorum. Bu bir aklama değil ancak aksi şekilde bir suçlama da değil. Ebeveynliğin okulunu okumuyoruz, bir üst neslimizden gördüğümüzün kopyası oluyor bizimkisi ya da üzerimizde koskoca bir koşuşturmanın izlerini taşıyoruz. “O da ailesinden öyle görmüş, ne yapalım?” deyip geçiştirmek değil fakat onun da, makul ya da değil, altta yatan sebeplerinin olduğunu bilmek rahatlatıcı bir etkiye sahip.
Tam tersi yönden kadınların üzerinde, bebekleriyle alakalı aklın almayacağı baskılar var. Tipik aile kavramına yöneltil(mey)en eleştirilerden farklı şekilde kadının hem bedeni hem de çocuk hakkındaki kararları her daim sorgulandı. Hamilelik sürecinden doğuma kadar ya da sonrasında emzirip emzirmemekle ilgili herkes çok yetkin(!). Sezaryen mi normal doğum mu, sezaryense normal doğuma engel olan sorun nedir çünkü böyle bir şeyin olabilmesi için mutlaka bir sorun gerekir. Emzir(e)mediyseniz tüm gözler sizin üzerinizdedir, herkes çocuğunuzu sizden çok düşünür.
Anneye ve anne adaylarına yöneltilen sorularda büyük bir hadsizlik hissediyorum. Her süreç aynı olmak ya da kimse sizin kadar acı çekmek zorunda da değil. Dönemsel ve bireysel acı kıyaslamalarının dozunu tutturamıyoruz, bu noktada niyetlerin niteliği de önemini kaybediyor. Yardımcı olmak niyetiyle söylenenler çok kolay kılıf bulabiliyor. Yine uç noktaları kapsamamakla birlikte, anne ve bebeği arasındaki iletişim, yetiştirme tarzını eleştirmek, bunun üzerinden kadınları yaftalamak kimsenin haddi değil. Toplumdaki bu ikircikli yapı kadından elini çekmemek için var gücüyle direniyor.
Bu konularda başkaldırmanın hayli zor, bir söz söylemenin karın ağrılarına dönüştüğünü biliyorum. Yazıyı yazarken, ailem okuduğunda nasıl hisseder diye düşünmekten kendimi alamadım. Ne söylemek istediğimi çok iyi anlayacaklarını biliyorum ve bu yüzden içim çok rahat. Hepimiz doğurmak, anne baba olmak zorunda değiliz fakat istisnasız hepimiz doğurulduk, hepimiz büyüme sancısı çektik/çekiyoruz. Yalnızca aktarmak değil aynı zamanda bunlarla birlikte içe dönüp bakmak, benim yolumun üstünü temizledi. Sizinkini de bir nebze olsun temizleyebilmek niyetiyle.
Beni dürten ve düşündüren Nihan Kaya’ya, İyi Aile Yoktur kitabı için çok teşekkür ederim.
Yazar: Ece Iraz Çam