Yüreğini “Yeme”: Beslenmemiz ve Duygularımız

Sağlığa bütüncel yaklaşım, bedeni ve ruh sağlığını beraber ele alır ve ikisinin de fonksiyonlarında bir bozulma olmamasına ek olarak tam bir iyilik halinde olmasını hedefler.

Bugün biliyoruzki beden ve ruh sağlığını korumada genetik yatkınlık, çevresel faktörler, psikolojik kaynaklar, sosyal destek, spor gibi birçok faktör beraber yer alır. Beslenme alışkanlıklarımız da bunlardan biridir.

Yemek insanlık tarihinin hiçbir döneminde sadece açlığı bastırmak için olmamıştır. Keyif kahveleri, pazar kahvaltıları, dertli akşamlarda dert ortaklarıyla kurulan masalar, bir kavanoz çikolatanın acımıza yara bandı olmasını umduğumuz geceler, buzdolabı önü nöbetleri, mısırsız izlenmeyen filmler gibi hayatımızın birçok farklı anıyla ve farklı duygusuyla bütünleşen bazı gıdalar, içecekler bizlere sadece aç olduğumuz için beslenmediğimizi gösteriyor.

Bu yeme davranışımızsa hiçbir zaman sadece tek bir faktöre bağlı kalmıyor. Buradaki motivasyonumuzu besleyen ve etkileyen faktörlere baktığımızda çok çeşitli değişkenleri birarada görebiliriz. Bunlar iç ve dış uyaranlar olarak karşımıza çıkar; gıdanın ambalajı, yerken çıkarttığı sesi, sıcaklığı, ulaşılabilirliği, toplumun etkisi, o yiyecekle ilişkilendirdiğimiz anılarımız, o anki duygularımız gibi birçok değişken seçimlerimizi ve yediklerimizin miktarını etkiler. (Lowe, Bocarsly, & Parigi, 2008)

Örneğin, kalabalık ortamlarda tükettiğimiz besin miktarının, yalnız olduğumuz anlara kıyasla daha fazla olduğunu gösteren çalışmalar mevcut. Öyleki bazı hayvan deneyleri, hayvanların da gruplayken daha fazla yediğini bizlere gösteriyor.

Peki ya duygularımız beslenmemizi nasıl etkiliyor?

Kendinizi biraz gözlemlediyseniz, duygularınızın sizi daha fazla yemeye ittiğini, bazen daha şekerli ve yağlı,bazen tuzlu, bazen gereğinden fazla porsiyonlarda, bazen de bu saatte bu yenir mi diye pişmanlıklara sebep olan vakitlerde beslenme davranışlarınızı etkilediğini fark etmiş olabilirsiniz. (Ya da kavanoz kavanoz çikolatalara adeta antidepresan gibi gözyaşlarıyla yöneldiğiniz de olmuş olabilir, merak etmeyin biz bizeyiz 🙂

Emosyonel Yeme: Açız ama neye?

Kimi zaman fazla üzgün, kimi zaman çok mutlu, bir vakit çok öfkeli, hatta belki çok kaygılı…Bütün bu ruh hallerinin beslenmemizi etkilediği davranışlarımız “Emosyonel Yeme”olarak adlandırılıyor. Örneğin, yaş ortalaması 36 olan 78 kadınla yapılan bir çalışma, nötr hissetiğimiz hallere göre, mutlu ve üzgünken çok daha büyük porsiyonlarda yemek yediğimizi gösteriyor. Hatta öfke ve neşe hissettiğimizde, korku ve mutsuzluk hissettiğimiz anlara göre daha aç olduğumuzu düşünüyoruz. Bu davranış bile kendi içinde ikiye ayrılıyor; öfkeliyken ne bulursak yeme eğiliminde olduğumuz halde, neşeliyken sevdiğimiz şeyleri yemek gibi, haz almak odaklı yaklaşıyoruz.

Emosyonel yemeye göre, duygusal uyaranlar bizim yeme davranışımızda değişimlere sebep oluyor. Özellikle olumsuz duygulanımlar (kaygı,öfke,üzüntü,pişmanlık,sıkıntı, yorgunluk) karşısında emosyonel yeme artsa da olumlu duygulanımlar da bu davranışımıza dahil. Olumlu duygular hissederken tercihlerimizi daha sağlıklı gıdalardan yana, olumsuz duygulanımlar yaşarken daha az sağlıklı olanlardan yana yapıyoruz.

Yapılan bir araştırma ihtiyaç olandan fazla yemenin sıkıntı,depresyon, yorgunluk gibi durumlarda, yeteri kadar beslenmemenin de korku,gerilim ve ağrı gibi emosyonlarda daha belirgin olduğunu ortaya koyuyor.

Sıklıkla gizlice ve genellikle dış ortamlar yerine evde meylettiğimiz bu davranış; düşük benlik saygısıyla, yetersizlik duygularıyla ve yeme bozukluklarıyla ilişkili bulunmuştur. Bu davranışı, bu duygulanımlarla baş etmek için geliştirsek de malesef işlevsel değildir. Özellikle aşırı yeme tepkisinin obezite sorunu yaşayan bireylerde, yeme bozukluğu olan kadınlarda ve normal kilolu olup da diyet yapan kişilerde olduğu sonucuna ulaşan araştırmalar mevcuttur.

Duygulardan Kaçış mı?

Kaplan & Kaplan’ın Obezite Teorisi, obeziteli bireylerin sıkıntılı ve stresli oldukları zamanlarda anksiyetelerini yatıştırmak için aşırı yediklerini savunur. Yemenin anksiyeteyi hangi şekilde azalttığı tam olarak çözülemese de, karbonhidrat ve protein alımının özellikle mutlulukla ilişkilendirdiğimiz nörotransmitter olan serotoninin sentezi üzerinde etkili olmasının bu konuyu açıklayabileceği düşünülmektedir.

Özellikle gece saatlerinde artan bu davranışı azaltmak için atılabilecek ilk adım belki de duygularımızın ve davranışlarımızın dilini anlamaya çalışmaktır. Tamamen kaldırmak, hiç duygusal yememek gibi bir hedef koymayı savunmuyoruz. Çünkü bu davranış bile bu haliyle bize bir duyguyu anlatır, duygunun semptomu gibi düşünebilirsiniz. Semptomu bastırmak yerine neye işaret ettiğine bakarak başlamak daha sürdürülebilir olacaktır. Şuan nasıl hissediyorum? sorusu, beni neler öfkelendirir/kaygılandırır, peki bunlar beni “neden” öfkelendirir, öfkelendiğimde neler yaparım, gibi birçok konuda içimize çevirdiğimiz ayna bizi kendimize yaklaştıracaktır. Böylelikle bu duyguları ve yemek isteğini fark ettiğimiz anlarda bu alışkanlığın sürüp gitmesine izin vermek yerine alternatif baş etme stratejileri getirebiliriz, bir arkadaşın halimizi anlaması belki o an bir gıdadan daha çok ruhumuzu besler, belki rahatlama egzersizleri bedenin kaygı sinyallerini yatıştırmada bir paket gıdadan daha etkili olabilir gibi yeni yöntemleri deneyerek hayatımıza dahil edebiliriz. Günlük yazmak, yapmayı sevdiğimiz aktivitelerden bir rutin oluşturmak da davranışlarımızı düzenlemede bize yardım edebilir. Bir ruh sağlığı uzmanı ve beslenme uzmanından destek almak da bu davranışlarımızı kontrol altında tutmak için fayda sağlayabilir.

Görünen o ki, beklenmedik anlarda elimizde bulduğumuz bir lokmayı ağzımıza götürmeden önce, durup yüreğimizi mi yiyoruz diye bir bakmakta fayda var 🙂

Recoveroneself

Written by Altan Yiğit

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir