1- Duyguların Rengi (The Help)
1960’lı yıllar Mississippi’sinde 2 genel ve acımasız kural vardır: 1- Kadınlar evlenip çocuk yapmalıdır. 2- Beyazlar her zaman daha haklıdır. Eugenia Pelan bu tabuları yıkıp yazar olmaya karar verir. İlk kitabının konusu da bellidir: Siyahi kadınların yaşadıkları zorluklar ve buna rağmen bitmeyen neşeleri. Kötü bir gün geçiriyorsanız, Minny Jackson’ın kaka olan şakasını mutlaka görmelisiniz.
2- Kadınlar Ne İster (What Women Want)
Bir erkek bir kadının ne istediğini bilebilir mi? Asıl soru şu: Bunu gerçekten bilmek ister mi? Nick Marshall ağda ya da dedikodu yaparak kadınları daha iyi anlayacağını sanır. Çünkü ona göre kadınlar çoraplarının kaçmasından korkan, minnoş bir türdür. Fakat durumun ne kadar komplike olduğunu, birden kadınların iç seslerini duymaya başladığında anlar. O zaman kadın zekasını ve hassasiyetini fark edecek, beyni patlar gibi olacaktır. Seni düşüncelerimizle döveriz!
3- Şeytan Marka Giyer (The Devil Wears Prada)
Andrea Sachs New York’ta, prestijli bir dergi olan Runaway Magazine’de çalışmaya başlar. Fakat kibirli ve hiç çocuk olmamış kadar kötü Miranda Priestly’nin asistanıdır. Bir manikürcüde çalışsa bundan daha az yorulur ve daha mutlu olur. Kuyu kazmalar, sahte ilişkiler ve taht oyunları Andrea Sachs’ı canından bezdirir. Neyse ki güç ve hırstan daha önemli şeyler vardır. Mesela alarmı kurmadan uyanmak gibi.
4- Juno (Juno)
Juno her liseli gibi seksi merak etmektedir. Fakat diğer liselilerden farklı olarak, yasaklı sitelerde takılmak yerine, seksi direkt denemeye karar verir. Fakat maalesef bu işin bir de bug’ı vardır. Juno hamile kalır. Büyük bir olgunlukla, çocuğu doğuracak ve iyi bir aileye evlatlık verecektir. Film boyunca Juno’yla beraber dokuz doğurur ve olaylara değişik bir açıdan bakmayı öğreniriz. Ayrıca Juno’nun genç bir kadın olarak bu cesareti sergilemesine de hayran kalırız. Yürü be kızım!
5- Bridget Jones’un Günlüğü (Bridget Jones’s Diary)
Bridget Jones aslında doğal kadını temsil eder. Kilo alabilen, dönem dönem sivilceleri çıkan, terk edilen, kafasında deli sorular olan bir kadını. 32 yaşında bekar ve mutsuz bir kadın olarak, kendisine yeni ve alışılmadık bir hobi edinir: Günlük tutmak. Onunla birlikte bir kadının hayata ve aşka nasıl baktığını görür, onunla birlikte rezil ve mutlu oluruz. Bridget Jones bizimle empati kurar. Çünkü hepimiz kalabalıkta düşmüş, en kötü kıyafetimizi giydiğimiz bir günde hoşlandığımız adama yakalanmışızdır.
6- Julie ve Julia (Julie & Julia)
Julie ve Julia farklı zaman dilimlerinde yaşayan 2 aşçıdır. İkisinin de katlanmak zorunda oldukları zorluklar aynıdır: Fakirlik, erkek bir toplumda kadın olmak, yaratıcı fikirlerinin anlaşılamaması. Fakat yaşça büyük olan Julia azmiyle Julie’yi etkilerken, Julie de aslında farkında olmadan Julia’yı etkileyecektir. Çünkü birbirlerini en iyi onlar anlarlar. Hem göze hem mideye hitap eden, tutkularımızın peşinden götüren bir film.
7- Zamanda Aşk (About Time)
21 yaşındasınız ve zamanda yolculuk yapabiliğinizi fark ediyorsunuz. İlk iş ne yaparsınız? Geri dönüp o son shot’ı içmezsiniz? Güvenilmez ve yakışıklı olanı değil de, sizi seven adamı seçersiniz? Birkaç kilo zayıf olduğunuz zamanlara dönersiniz? Tim Lake de bu özelliğini keşfettikten sonra seçimlerini, aşk hayatını düzeltmek için kullanır. Ama bazı şeyleri de akışına bırakmak gerektiğini anlar. Kafası basan bir aşk filmi izlemek istiyorsanız, bu film tam size göre.
8- Marie Antoinette (Marie Antoinette)
Tüm mesainizi makaron yiyerek, elbisenize fiyonk seçerek ve partileyerek geçirdiğinizi düşünün. Eğer Rokoko döneminde Fransa’da bir kraliçeyseniz bu mümkün. Marie Antoinette Fransa’nın zevkine düşkün kraliçesidir. Fakat o sefa sürerken halkı da sürekli aç kalır. Sonuç, ekmek yiyemeyen halkın ayaklanması ve Marie Antoinette’in bir daha süslü peruklar takamamasıdır.
9- Tiffany’de Kahvaltı (Breakfast at Tiffany’s)
New York sosyetesinin biriciği Holly’nin en büyük alışkanlıkları, istediği erkeği etkilemek ve mücevher mağazası Tiffany’nin önünde kahvaltı etmektir. Fakat bir gün aşık olur ve hayatı aşırı duygusal bir hal alır. Artık ışıldayan taşların, sıcak kahvenin onsuz bir anlamı yoktur. Audrey Hepburn’un tatlılığı ve mutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri olması bu filmin cazibesi. – Seni seviyorum. – (Görüldü).
10- Carol (Carol)
İki kadının, 1950’ler Amerika’sında birbirine duyduğu aşkı anlatan, şairane bir film. Boşanmak üzere olan Carol ve bir mağazada görevli olan Therese, zor şartlar altında tutkulu bir aşk yaşarlar. Kadın, erkek hepimizin Therese çekingenliği ve isteğiyle Carol’a aşık olmamıza neden olan ve ruha hitap eden bir film. Çünkü love wins.
Siteniz cok Guzel Konularnz Takip Ediyorum Tesekkr ederim harikasiniz.