Medyada Sembolleştirilen “KADIN”

İnsanlığın varoluşundan beri ataerkil sistem kanıksanmış ve tüm devlet sistemlerine, toplum kimliklerine işlenmiştir. Bu sistemin getirdiği zorlukları en çok hisseden de insanlığın büyük bir kısmını oluşturan kadınlardır. Özellikle 19. yüzyılda, ataerkil sistemin yıkılması ve eşit haklar sağlanması için büyük mücadeleler verilmiştir. Mücadeleler elbette sonuç vermiştir fakat bu sistem bağlamından hala vazgeçilememiştir. Eşitlik mücadeleleri bile kadına yönelik şiddetin yıllar geçtikçe daha da yoğunlaşmasının önüne geçememiştir.

Yaşamış olduğumuz modern teknoloji çağında ise sosyal medya, televizyon, gazete gibi kitle iletişim araçları yaygınlaştıkça, toplumun birçok kesimi tarafından görülmez olanlar da görünür hale gelmiş durumda. İnsanlar artık eşitsizliklerden ve şiddetten haberdar olabiliyor.  Bunun yanı sıra maalesef, şiddetin her türlüsü de kendini artık her alanda ve mecrada gösterebiliyor. Medyanın bu denli gelişimi bulunmaz bir nimetken, şiddete meyil vermesinin, örnek teşkil etmesinin ve şiddete yeni alanlar doğurmasının korkunç sonuçlara yol açtığını her geçen gün daha çok gözlemliyoruz. Bu durumun en büyük örneği ise; medyada araçlarında yansıtılan kadın ekolünün, kadına yönelik şiddete mahal vermesidir.

Mesela reklamlar, toplumda ve bulunan kültür içerisinde kadına yüklenmiş rolleri normalleştirmek için kullanılabiliyor.

Kadının toplumdaki yerine ve kimliğine dair kabullenilmiş normları sembolik bir anlatımla izleyiciye sunmaktadır. Kadının kusurlu ya da eksik olduğu algısı yaratılmaya çalışılan reklamlar, hem kadının egemenleşmiş ataerkil görüşüne karşı koyma dürtülerini zedelemekte, kendine olan inancını sarsmakta hem de erkeğin algısındaki kadın üzerinde hâkimiyet eğilimini körüklemektedir.

Mengü, 2004, s. 209

Oluşturulan reklam stratejileri, kadın bedeni üzerinde baskı oluşturarak, kadınlara vücutlarının kusurlu olduğu fikrini aşılıyor –kadının güzellik olgusunu defalarca vurgulayan kozmetik reklamları gibi-.  Bu tarz reklamlarda kadının bu şekilde sembolleştirilmesi, birçok kadının algısında, istenen ölçülerde olmadıkları düşüncesini yerleştirmektedir. Bazı reklamlarda ise –örneğin temizlik ürünleri reklamlarında- kadınların aslında eş ve anne rolüne ne kadar uygun oldukları gösterilerek toplumdaki yerleri vurgulanmaktadır.

Günümüz dizi sektöründeki kadın sembolü ne yazık ki daha da çirkin bir hal almış durumda. Özellikle son yıllardaki gelişimine baktığımızda, dizilerde yeniden bir geleneksel yapının kuruluşunu izliyoruz. Bu geleneksel yapı içerisinde, kadına şiddet gibi toplumsal olaylara da sıklıkla yer veriliyor. Daha çok insanın bilinçlenmesi için kullanılabilecek bir alan, ne yazık ki kötüye kullanılıyor ve kadına yönelik şiddet, geleneksel olgulara bağlanarak normalleştiriliyor. Kadınlara yapılan şiddetin en büyük sebebi ataerkil geleneklerken, bahsi geçen dizilerde bir erkek tarafından şiddet gören kadın, yine bir erkeğin himayesine sığınıyor. Böyle önemli bir toplumsal mesajı büyük kitlelere sunarken, kadın yine eril zihniyetin kurbanı oluyor.

Dizi ve filmlerde oluşturulan kadın ekolleri hep yardıma muhtaç, savunmasız, şiddete maruz kalmış ve hayatını bir erkek olmadan idame ettiremeyen bir yapının içine hapsediliyor. Ya da en basit haliyle, hayatını yalnızca eşine ve çocuklarına adamış, kendine ait bir çabası olmayan kadın karakterler izliyoruz. Erkekler ise iktidar sahibi, korumacı ve kahraman rolünde izleyiciye sunuluyor.

Kadınların dizi-film sektöründe bu şekilde sembolleştirilmek, eşitlik için verdikleri mücadeleyi anlamsızlaştırmaktır. Televizyon kullanımının bu kadar yaygın olduğu bir dünyada toplumsal cinsiyet meselelerinin hassaslığına dikkat edilmeden, ne kadar büyük bir kitleye hitap edildiği hesaba katılmadan ortaya konan yapımlar; başta kadına yönelik şiddet olmak üzere, tüm şiddet çeşitlerinin artmasına sebep oluyor. İnsanların gözünde bu durumu normalleştiriyor.

Aynı sonuç ne yazık ki günümüz haberciliğinde de mevcut. Haber kanalları, kadın cinayetlerini ya da şiddet eylemlerini sunarken yalnızca kadının durumuna açıklık getiriyor. Şiddet gördüğü ya da katili olan erkek ile medeni durumunun ne olduğundan, o gün giydiği kıyafete kadar tüm detaylar veriliyor. Peki ya insanlık suçu işlemiş canavarlardan ne kadar söz ediliyor? Televizyonda yayınlanan haberlerde, şiddet gibi önemli bir konu için uygulanan prosedürler günümüzde hala yetersiz durumda.

Özellikle şiddetin her türünün sıkça gösterildiği dizilerde, şiddet izleyiciler tarafından bir süre sonra kanıksanmakta ve hatta meşrulaştırılmaktadır. Bu durum, çocuk ve gençlerin gelişiminde olumsuz bir etki yaratmakla kalmayıp şiddete eğilimi olan birçok insana yol göstermekte ve yaptıkları ya da yapacakları eyleme meşru bir zemin hazırlamaktadır.

RTÜK 2018:63

Televizyonlarda seyredilen şiddetin, izleyici tarafından gerçek hayatta şiddet kullanımını meşrulaştırdığını, normalleştirdiğini kanıtlayan birçok araştırma mevcuttur. Bu araştırmalara yönelik çıkarılan tüm kanunlara rağmen, televizyon dizilerinin ve programların kadını sembolleştirme biçimlerinde değişiklik azami miktarda sağlanmış durumda. Örneğin 2018 yılında çıkan yukarıdaki kanunun hemen ardından, Türk televizyonlarında Sen Anlat Karadeniz adında kadına şiddetin hat safhalarda olduğu, erkek egemenliğinin her sahnesine hâkim olduğu bir yapım izleyicilere sunuldu ve ne yazık ki izlenme rekorları kırdı.

Kadının televizyon tarihi boyunca birçok alanda temsil edilişini gördük. Fakat sektör hangisi olursa olsun, kadının toplumdaki rolü ve kimliğini sınırlamaktan, maruz kaldığı şiddetin artışına sebep olmaktan geri kalamadı. Amaç göz korkutmak ve bu korkunç eylemlerin azalmasını sağlamak bile olsa, kadını metalaştırmaktan ve eril zihniyetten vazgeçilmedikçe televizyonun kadın şiddeti üzerindeki etkisi de azalmayacaktır.

Kadınların maruz kaldıkları şiddete ve türlü korkunç eylemlere karşı seslerini duyurmaya çalıştıkları bir dünya düzeninde, iletişimin ve bilgi aktarımının en etkili yolu olan medya araçları bu konuda büyük bir rol üstlenmektedir. Medyanın büyük kitlelere ulaşma gücüne sahip olması, kadına yönelik şiddeti ve kadının zorla hapsedildiği normların azalmasını sağlayacak nitelikteyken, ne yazık ki bu toplumsal sorunları destekler şekilde yayınlar yapmasının önüne geçemiyor hatta bu durumu normalleştiriyor.

Gün geçtikçe medyaya ve sosyal platformlara olan ilgi artış gösteriyor. Bu artışla beraber izleyici ve okuyucu kitlelerine sunulan birçok yayında, kadına yapılan şiddetin sembolik biçimde yeniden doğuşunu izliyoruz. Çünkü çağ ne kadar gelişirse gelişsin, eril zihniyetin egemen olduğu düşüncesinden vazgeçilmediği sürece ve toplum normları bir kenara bırakılmadığı takdirde zulüm devam edecektir. Teknolojinin gelişimi ile yaşantımız da geliştirirken; insan, kendi zihnindeki gerilemeye engel olmadığı sürece, bu durum yalnızca toplum sorunların çığ misali büyümesine sebep olacaktır. İnsanlık suçlarının önüne geçebilmek için, önce kendi aklımızı, ahlakımızı ve erdem sistemimizi geliştirmeliyiz.

Yazar : Sevde Gürcü

Filokalist

Written by Altan Yiğit

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir