Depresyon ve Cinsel İsteksizlik

Hiç unutmam, üniversite sınavına hazırlanırken gittiğim dershanenin ders zili klasik müzikler yerine Göksel’in “Depresyondayım” şarkısıydı. Sanıyorum o şarkı ile anlam veremediğimiz tüm duygularımızın adını öğrenmiş olduk. O dönemlerde Kaybedenler Kulübü filmlerindeki karakterlere özenecek kadar cool olamadığımız için, “Nasılsın?” diye sorulduğunda “Standart.” demek yerine “Depresyondayım!” demeye başlamıştık; ki tüm hayatını tek bir sınava bağlamış, stresten şekil değiştirmiş ergenler olarak biz depresyona girmeyelim de eller mi girsindi?

Ahh o eller ne zaman kadir kıymet bildi ki zaten?!

O günler üzerine günler eklendi, onlar yıllara bağlandı, gençlik yerini yetişkinliğe bıraktı. Dertler değişti, yollar değişti, Çelik bile değişti derken, özellikle şehir hayatında insanlar depresyonlarını üç ayrı şekilde ifade etmeye başladılar. Bunlardan;

Birinci Grup: Her durum ve koşul altında, “Nasılsın?” sorusuna “İyiyim ya, n’olsun!” diyenler. Hiç anlamazsın iyi mi, yoksa canı sıkkın da eskilerin deyimiyle “İyi demek adet olmuş, aslında fenalardayım.” demek mi istiyor. Gri, heyecansız, bence depresyonu stabil olan grup. Kısacası depresyon evimiz, Müslüm Baba babamız diyenlerin grubu.

İkinci Grup: Dünya yansa, yaşanan üzücü olaylar karşısında kalbimiz kurusa bile, bu gruptakilere “Nasılsın?” diye sor, aldığın yanıt, “Süperimm!”, “Şahhaneee!”, “Bomba yaa!” ya da “Efsane!” olur. Şahsen benim kolundan tutup silkelemek istediğim, asıl depresyonda olanların bunlar olduğunu düşündüğüm grup bu gruptur. Arkadaş hiç mi sabah saçın yapışık uyanmıyorsun, trafikte beş saat geçirmiyorsun, yağmura çamura yakalanmıyorsun yahu? Hadi hepsini geçtim regl de mi olmuyorsun? İnsan bir regl öncesi depresyonu yaşar, ilk gün ağrısı yaşar. Yok, hep “up”ız!

Üçünü grup: Fi dizinde, Özge’nin Galata sokaklarında arkadaşına rastlayıp, çocuğun “Nereden çıktın sen?” sorusuna, “Depresyondan, az önce çıktım.”  diye en hakiki yanıtı verenlerin grubudur. Bir kere kendilerini bilirler. “Mış gibi” yapmazlar. İyi olmak ya da kötü olmanın dışındadır depresyonda olmak. Durumlardan, şartlardan, sahip olunanlardan ya da kaybedilenlerden bağımsız “anlam arayışıdır”. Çünkü kendinizi iyi ya da kötü hissetmenizin fani nedenleri olabilir, depresyonda olmanın ise “siz ve algılarınız”dan başka bir nedeni yoktur.

Keza hepimiz irili ufaklı depresyonun içinden geçiyoruz. Yoğun iş hayatı, stres, hayatın bize yükledikleri, sosyal medyanın insanın üzerinde bıraktığı negatif etkiler, olması gerekenler listesinin içinde boğulmalar; hele biz kızlar için o kadar çok yeterlilik sınavı var ki! Bu sınavları geçtiğimizde de sunulan mutluluk balonunun fos olduğunu anlayıp, peşinden koştuğumuz altın havuç olan “mutluluk” adlı kitaba hepimiz birer cümle bırakıyoruz.

Mutluluk için, iyi bir kariyer, didinmeler ve yetmezmiş gibi, bir de sevgilin olması gerekir. Yaşın doğrultusunda evlenmiş olmak ya da o yolda olman makbul olandır. Belli bir yaşta olup sadece sevgilin olması da yetmez. Çünkü “Aaaa o kadar yıldır birliktesiniz hiç mi evlilikten bahsetmiyor?!” cümlesi de insanı kendine kolaylıkla değersiz hissettirebilir. Bekar isen, oldukça güçlü bir sosyal hayatın olmalı. En azından özgür kız olur, kendini bir an kötü hissetsen bile “Hayatımı yaşıyorum yaşıyorum, oh oh!” motivasyonu ile hemen toparlarsın kendini.

Velev ki evlendin, ardından çoluk çocuk sahibi olmak gerekir. Tabii ondan önce eşinle harika tatiller yapıp, bolca fotoğraf çekip, iyi bir hayatın olduğunu herkese göstermelisin. Sonra çocuğun var diye saldım çayıra mevlam kayıra yapamazsın. Şık ve bakımlı olmaya devam etmelisin, evi aynı şekilde çekip çevirmelisin. Hadi yeni dünyada bir yardımcın falan olsa da, asla kontrolü elinden bırakmamalısın. Her şeye hakim olmalı ve organize etmelisin. Bununla birlikte, sosyal hayattan da asla kopamazsın. Çocuğunuz var diye eşine zaman ayırmamak da olmaz. Kendisiyle hafta sonu kaçamakları yapabilmelisin ya da yakın çift arkadaşlarınızla hafta sonları yemeye içmeye çıkmalısın… Derkeeen, ay yazarken benim nefesim daraldı! Senin de pilin bir noktada biter ve acil durum ışıkların yanmaya başlar.

Aslına bakarsanız depresyon bu anlatıklarıma yetişmek ya da sahip olmak için gösterdiğiniz çaba ve efor nedeniyle değil, bunlara sahip olduktan sonra hissettiğiniz boşluk duygusunun karşılığıdır. Ne acımasız, değil mi?!

Adına “yaşam mücadelesi” dediğimiz bu süreçte tabii dalgalanmalar yaşıyoruz; bazen mutlu, bazen mutsuz oluyoruz ya da bir iyi bir kötü… Ve bu süreçte bu hedeflere o kadar odaklanıyoruz ki, kendimizi yolun bir noktasında unutup gidiyoruz. Gün gelip asgari bir seviyeye ulaştığımızda da durup kendimize soruyoruz. “Ben neredeyim?” “Ben ne yapıyorum?” “Ben ne ile mutlu oluyorum?” “Ben ne seviyorum?” “Ben kimim?” Hayatın terörü ile hayatın mucizesini dengelemek hayatın sırrı iken, biz ikisini birbirine karıştırıyoruz.

En basit örneği: Köyde kasabada zor şartlarda yaşayan ya da şehirde açlık sınırında yaşayan insanların depresyonda olduklarını çok zor duyarız hatta hiç duymayız. Yaşam mücadelesi içinde varoluşsal bu soruları kendisine sormaya fırsatı olmaz ki depresyona girebilsin, değil mi?!

O nedenle yukarıda bahsettiğim şekilde depresyonda olmak, aslına bakarsanız, başlı başına bir lükstür. Öncelikle kendini depresyonda hissedenler ya da daha da cool hali ile “I feel blue.”lar bunu bilmelidirler. Yokluktan değil, varlıktandır bu haller.Ya da varlığı ve yokluğu ne ile tanımladığındadır. (Vurdu ve felsefe oldu J )

Peki depresyona girince neler oluyor?

Sürekli kendini suçlu ve değersiz hissetme hali içerisinde olunur. Gemi yan yatsa senin suçun, araba çamura batsa senin suçun. E normal, sen değersizsin ve anca böyle şeylere sen sebebiyet verirsin. Her şey çok manasız olduğu için en iyi şey, uyumak. Bol bol uyku ihtiyacı hissedersin. Uyku uykunun mayası olduğundan, süresiz bir enerjisizlik hali içerinde olursun. Hem hareket etsen ne olacak ki, her şey çok boş ve herkes çok saçma senin nazarında, değil mi?!

Bu duygular içerisinde, kim sevgisini bir başkasına hissettirebilir?  O’nu neşeyle karşılayıp, gülücükler saçıp öpebilir? Hayata karşı motivasyonu bu kadar aşağıda olan bir insan, öpüldüğünde, okşandığında içi kıpır kıpır olabilir mi? Yoksa o anlarda, kafasında, ya partneri ile olan ilişkisini masaya yatırır, ya da devamlı kendi hareketlerini mi irdeler!

Daha cinsel birliktelik noktasına gelemeden, cinsel istek kısmında bile yelkenler suya inmez mi? İner.

Harvard Üniversitesi’nin “dünyanın en uzun süreli deneyi” olarak bilinen ve 75 yıl süren bir araştırması sonucunda; mutlu bir hayat yaşamak ile ilgili olarak çıkan sonuçlar, bizim peşinden koştuğumuz ve sonunda kendimizi depresyonda bulduğumuz amaçların çok uzağında yer almaktadır.

Araştırma sonucunda, mutlu bir hayat için aşağıdaki maddelerin gerekliliği ortaya konuluyor:

Sevdiklerimiz ve yakınlarımız ile kurduğumuz güçlü ilişkiler ve yakın bağların bizleri mutlu edip daha uzun yaşamamıza sebebiyet verdikleri, yalnızlığın ise bizleri hasta edecek kadar mutsuz ettiği gerçeği;

  • Seçimlerinizi içinizden nasıl geliyorsa o şekilde yapmanız gerektiği: İlişkilerinizde yaşadığınız tatmin için araştırma net bir şekilde diyor ki: Bekar olanlar, sürekli kavga eden evli çiftlere nazaran daha mutlu bir yaşam sürmektedirler. Demek ki, “Aman yaşım geldi!”, “Aman daha fazla beklemeyeyim!”, yok “Biyolojik saatim çalışıyor tiktaktiktak diye, evlilik sandalına binmeliyim!” gibi düşünceler mutluluğa kulaç attırmamaktadır.

 

  • Üretmek, hayatın içerisinde büyük ya da küçük farketmeden, üretim içinde olmak: Bir bitki büyütmeniz de olabilir, örgü örmeniz de, çocuklara okumayı öğretmeniz ya da uzaya roket fırlatmanız da… Yeter ki hayata değer katın, “aldığınız nefesi anlamlandırma hedefi”!

 

  • Çevrenize yardımcı olmak: Tanıdığınız ya da tanımadığınız kişilerin sorunlarına çözüm bulabilmek, elinizden geleni yapmak için çaba göstermek…

İşte bu maddeler depresyon ile baş edebilmek ya da uzağımızda tutmak için en önemli bilgiler bana kalırsa.

Hem depresyon sadece sizin mutsuzluk haliniz değil, çevrenizi ve sevdiklerinizi de mutsuz edebilme halidir. Çünkü libido denilen ve halk arasında “cinsel motivasyon” olarak kullanılan kelimenin manası aslına bakarsanız “ruhsal enerjidir”. Depresyon ile birlikte libidonuz düştüğünde, hem hayata dair hem cinsel istekliliğiniz yerle yeksan olmuş demektir.

Yale, Harvard, Berkeley gibi üniversitelerde araştırmalar yapmış olan Prof. Dr Louann Brizendinr’in “Kadın Beyni” kitabını size önermek isterim. Bu kitabı okuduktan sonra ben, tabiri caiz ise, aydınlanma yaşamıştım. Bir kadın beyninin her evresinde nasıl çalıştığını yalın bir dil ile anlatan bu kitabın içerisinde, hormonlarımızın bizi nasıl etkilediğini öğrendiğinizde, hem rahatlayacak, hem de şaşıracaksınız.

Brizendinr kitabında, seksin öncelikle beyinde başladığını ifade eder. Bir kadın kendini güvende hissetmiyor ise; ya da, korku, stres ve suçluluk gibi duyguları devreye giriyor ise, klitorisi kendini kapatmaktadır. Klitoris bir kadın için zevk alma merkezidir. Ve onun ışıkları kapadığında, sizin yatak odanızın ışıkları açılmış demektir.

Unutmayın, devam eden depresyon hallerinde kullanılan ilaçlar, kimyasal olarak da zevk alma duyularımızı olumsuz yönde etkilemektedir.

Bu nedenle, depresyonun yollarında volta atan canım arkadaşlarım… Eğer bu zamanlarda sevgilileriniz ya da eşleriniz ile kötü giden bir cinsel hayatınız var ise kendinizi yada O’nu suçlamayınız. Bu isteksizliği ilişkinize mal etmeden önce, sizin hayata karşı hissettiğiniz olumsuzluğun sonucu olduğunu ve geçeceğini kendinize hatırlatınız. Ve unutmayın ki, hiçbir duygunun sahibi değiliz; onlar sadece belirli duraklar ve biz onlara uğruyoruz, zamanı geldiğinde bir diğerine yolculuk yapmak üzere.

Dilerim, geçtiğiniz tüm yollarda ayağınıza taş değmesin ve vardığınız her durak sizi en iyi halinize taşıyacak yeni bir yola götürsün!

Sizi Seviyorum.

 

Written by Altan Yiğit

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir